.•¨`*:•. RoyaL07 .•¨`*:•.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.•¨`*:•. RoyaL07 .•¨`*:•.

FORUM-PAYLAŞIM
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
BEYHUDE
Misafir




Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman Empty
MesajKonu: Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman   Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman Icon_minitime27th Nisan 2008, 13:51

Allah(c.c)ile bebek...

Doğacak bebek doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür :
Allahım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.
* Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
Allahım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım, nasıl iletişim kuracağım
*Senin için yarattığım melek, sana onların dilini öğretecektir.
*Allahım duyduğum kadarıyla dünyada çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum.
Senin için yarattığım melek, seni canı pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.
Allahım sana tekrar nasıl döneceğim?
* Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.
Derken melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allahın huzurundan ***ürürlerken bebek tekrar sorar ;
Allahım benim için yarattığın meleğin adı ne?
* Adının önemi yok ama, sen ona ;
ANNE
diyeceksin....


"O"nu bulmak

Gençlik bugün bir arayış içinde. Ne arıyor. Kimi, neyi arıyor derseniz, vereceğim cevap, hepimizi şaşırtacak. Kendini arıyor, gençlik. Bu yoğun dünya problemleri ve onların getirdiği bunalımlar arasında, kendini ve benliğini arıyor. Hafızasını kaybetmiş ve kim olduğunu hatırlayamayan, mazisini unutmuş bir kişi, kendini nasıl yalnız ve kimsesiz hissediyorsa gençlik de böyle, kendisinden ümit kesmiş, sislere bulanmış derin bir boşluk içinde, kimliğini arıyor. İnsan başkalarının dostluğuna, yardımına, sesine ne kadar muhtaçsa, varlığında cereyan eden maddî ve manevî cevelanların heyecanına da o kadar muhtaçtır. Susmuş olan aklının, durmuş olan hafızasının, işlevini yitirmiş olan kalbinin, sahip ve malikinden ayrı kalarak, yalnızlığa itilmiş ruhunun, hata ve yanlış yaptığını ihtar eden vicdanının sesine de bir o kadar muhtaçtır.

Aza ve hissiyatları, ayrı ayrı ülkelerde kalıp, yıllardır buluşamayan dostların hasretiyle yanıp tutuşan bir garip, bir yalnız kişi gibidir. Bir bütün insan değildir o. Paramparçadır. Bu yüzden hiç huzur bulamıyor.

Bu arayışı, bu yalnızlığı, bu garipliği, ben de hissettim gençliğimde. Evet, ben Müslümanım. İslâm yazıyor nüfus cüzdanımda, ama bu mana, bu hakikat, eğitim tufanıyla mı, cemiyette din hususunda estirilen menfî fırtınalar sebebiyle mi bilemeyeceğim, öyle uzaklara düşmüş ki, benden. Aramıza aşılmaz mesafeler girmiş sanki. Saadet sebebimden çok çok uzağım. "Namaz kılsam huzur bulabilir miyim acaba?" diyorum. Fakat içimde öyle bir kimsesizlik, öyle arayışlar, öyle fırtınalar var ki, bir türlü istikrara kavuşamayan ve durgunlaşamayan varlığım, daha secdeye yanaşmadan, kendini huzursuzluğun başka ve derin bir girdabında kıvranırken buluveriyor. Beni secdede Rabbim ile daimi buluşturacak olan şevk ve istikrardan mahrumum. Ama huzur bulabilmem için bir şeyler yapmam gerek, onu da biliyorum.

Ben arada bir, o günlerdeki hallerimi anlatıyorum ve gençlerin pek çoğunun da bunu anlayabildiğine inanıyorum. İnsan nasıl inanmadığı bir başarıyı gerçekleştiremezse, o başarıya kendisini ***ürecek yolu ve inancı bulamamışsa yolda kalır. Ruhlar da önce Sahip ve Malikini bulmalı, kime secde edeceğini kavramalı, önce kalbi mabede dönmeli ve önce orada secde etmeliydi. Sonra mabede koşabilirdi. Bütün aza ve hissiyatları ve bütün varlığı ile insan olduğunun farkına varmalı ve ne kadar üstün bir yaratılışta olduğunu bilmeliydi. Halbuki ben, kim olduğumu, bu dünyada neden bulunduğumu, yaratılışımın üstünlüğünü ve diğer yaratılmışlardan farklı olduğumu bilemiyorum daha. Kimliğini bulamamanın ızdırabı ile ağlanıyor, mutluluğu öz benliğimde değil, çok uzaklarda arıyordum. Halbuki mutluluk çok yakınlarımda, kalbimin köşesindeki bir noktacıkta keşfedilmeyi, araştırılmayı, tadılmayı bekliyordu. Gençlik sebebiyle, her ne kadar kendim hakkında, uzun bir ömür tahayyül etsem de, biliyordum ki, ölüm umulmadık bir anda karşıma dikilebilirdi, benim de. Bu yüzden, çok acele edilmesi gereken bir işim var gibi telaşlanıp duruyordum. Ölümü istemesem de, uzun yaşayacağımı düşünsem de. İçimde bir ses, "Acele et, acele et!" dedikçe, huzursuzluğum artıyordu. Neden acele etmeliydim? Ne vardı, bu telâşa? Arayışım ve huzursuzluğum arttıkça, telâşım da artıyordu. Müthiş bir şeyler kaybedeceğim hissi vardı, içimde. Bu dünyadan gittikten sonra, asla ele geçmeyecek bir şeyler. Bunlar ne idi. Tam olarak bilmesem de, asla kaybetmek istemeyeceğim şeyler olduğunu biliyordum.
Ebed inancım tam olarak gelişmemişti. Bir takım kişiler, kafa bulandırıyordu. "İnsan toprak olup kalacak. Bir daha diriliş yok. Öyleyse ne yapacaksa, bu dünyada yapmalı ve acele etmeli." Acele etmem hususunda, kalbimden aldığım ihtar, eğer dünya hakkında ise, onun hangi zevkini tatmak için acele edecektim ki? Bu elemli, kederli dünyayı pek sevmemiştim, zaten. Gençlerin çoğunda gördüğüm, aşırı eğlence tutkusu ve her şeyi unutma şuursuzluğu bende pek yoktu. Aklımı iptal etmek istemiyordum ben.

Düşünmeyi seviyordum. Hissetmekten, güzel duyguların derinine inmekten hoşlanıyordum. Benim o günlerdeki ölüm korkum, ruhen şu bedenden ayrılacağım veya onun toprak olacağı korkusu değildi. Hiçlikti, yokluktu. Kalbimdeki güzel hisleri, âlemde gördüğüm şirin güzelliklerden etkilenerek, ruhumda doğan hasreti, özleyişi bir daha hiç duyamamaktı.

Neyi özlediğimi bilemesem de, bu özleyiş, benim umudumdu. His yönünden çok güzel çalkalanışlar vardı, kalbimde. En büyük korkum, bu güzel hislerimle bir daha hiç buluşamamaktı. İnsanlar kalbimi bulandırmasa ve ebed inancına tam sahip olabilsem, belki bu ızdırapları hiç tatmayacaktım. Ebedi çok seviyorum. Ebedi istiyordum. Ona, bütün gönlümle inanmak istiyordum. Bu insanlara ne oluyor ki, bir avuç toprak ile ebed kapısını kapamak istiyorlardı.

Öleceksin! Bunu biliyorum. Belki o kadar ıstırap vermeyebilir de bu biliş. Öleceğimi kabul edip hazmedebilirim. Toprak olacağımı da kabul edebilirim. Zira ben toprağa düşman değildim. Ama şu söz yok mu? "Toprak olup kalacaksın. Yeni bir diriliş yok, ebed yok." İşte bunu hazmedemiyordum. Kavî bir imanım olmadığı için de, her oltaya kapılıp gidecek zayıf bir av gibiyim. Ama içimde kuvvetli bir his, ziyan olmayı istemiyor, bir köşeye çekilmiş hep dua ediyordu sanki.

"Beni kurtar Yarabbi!" feryadıyla doluydu kalbim.

Ben size çeşitli zamanlarda dönüşümü hep anlattım. Şimdi de bahsetmek istiyorum. Şu gizli, derinlerde çağlayan, o kurtuluş duasından. Bu ince, sızılı duayı, gençlerin kalplerinde öylesine hissediyorum ki, bir zamanların arayış içindeki Mü'mine'si, hemen yanı başımda beliriveriyor. "Herkes için bir ümit var" diyor. Şu kalplerin derinlerinde, en derinlerinde neler olduğunu Rabbin biliyor. Senin hayatın, buna en güzel şahit. Kimseye açmadığın kalbinde, çok derinlerinde neler olduğunu Rabbin biliyor. Senin hayatın, buna en güzel şahit. Kimseye açmadığın kalbinde, çok derinlerde haykıran duaları nasıl duydu. Kurtuluşa kapı açtı. Kimsenin müdahale edip, zarar veremeyeceği kavi bir ebed inancıyla, kalbini güldürdü. Hasretini dindirdi. Kimi aradığını, kimi özlediğini buldurdu. Sahibini, malikini gösterdi. Artık yalnız değildin. Her an müracaat edebileceğin ve seni yüzde yüz anlayan bir Dostun vardı, artık…

O Dosttan hiç ayrılmamak ve herkesin de Onu bulması dileğiyle…



Bu Kadın Defnedilemez

Ebu Hanife’nin meclisine gelen biri şöyle bir suâl sordu:

– Hamile bir kadın doğum sırasında vefat etti. Onu yıkamak üzere tahtanın üzerine koyduklarında karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın böylece defnedilecek mi, yoksa bekletilecek mi? Kadın şu anda yıkama tahtası üzerinde beklemektedir. Mecliste hazır bulunanlar birbirlerine bakıştılar. Bazıları:

– Bu kadın defnedilemez. Ancak bekletilir. Ola ki bekleme sırasında çocuk dünyaya gele, dediler.

Bazıları da:

– Cenaze bekletilmez. Efendimizin hadisi vardır, cenazenizi bir an önce toprağa verin, buyurdu, dediler. Böyle söylenmesine rağmen yine de gözler Ebu Hanife Hazretleri’ndeydi. O, söylenenleri dikkatle dinledikten sonra fikrini açıkladı:

– Bu cenaze, ne defnedilir, ne de çocuğun doğması için bekletilir?

Dinleyenler şaşırdılar.

– Ne yapılır öyleyse? Geride başka ihtimal mi var sanki?

Evet, Hazret-i İmam’a göre asıl ihtimal geridedir ve olması gerekeni şöyle dile getirmiştir:

– Bu hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, sonra defnedilir!

Dinleyenler hep birden bu görüşe iştirak ettiler. Doktor geldi. Hamile kadının karnı yarılıp çocuk sağ olarak çıkarıldı. Sonra defnedildi, çocuk bakıma alındı.

Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu çocuk büyüdü, sıhhatli ve akıllı bir çocuk olup, Ebu Hanife’nin ilminden, irşadından istifade etti. Ebu Hanife’nin gösterdiği fıkhî çare ile hayata gelişinden dolayı halk ona Ebu Hanife’nin oğlu adını takmıştı



BİR İDAM FERMANI

Mısır'da Tolunoğulları hanedanının kurucusu Ahmed b. Tolun, Halife Memun zamanında Bağdat'da saray kumandanlığı yapmış olan Buhara Türklerinden Tolun'un oğluydu. Pek dindar ve dürüst biriydi.

Ahmed'in gençlik yıllarında bir gün, babası Tolun onu bir iş için hükümet konağına göndermişti. Ahmed orada Tolun'un cariyelerinden birinin bir hizmetçiyle fuhuş halinde olduğunu görmüştü. Fakat babasının yanına dönünce, bu olaydan hiç bahsetmemişti. Ancak cariye, Ahmed'in gördüğü durumu babasına anlatacağından korktu, Tolun'a gidip şöyle söyledi:

- Biraz önce falan yerdeyken Ahmed yanıma geldi, beni yoldan çıkarmak istedi. Ben de ondan kaçarak köşküme gittim.

Bu sözlere kanan Tolun, Ahmed'i yanına çağırdı. Yazdığı bir mektubu mühürleyip kapatarak, bunu kumandanlardan adını belirttiği birine ***ürmesini emretti. Cariyenin anlattıklarından ona bir şey söylemedi. Mektupta ise şöyle yazıyordu:

'Bu mektubu taşıyan kişi sana gelince boynunu vur, kesik başını da bana gönder.'

Ahmed mektupta yazılanları bilmiyordu. Mektubu aldı, çıkıp gitti. Giderken sözü geçen cariye onu gördü ve yanına çağırdı. Tolun'a söylediği yalan sözlerin nasıl karşılandığını iyice anlamak istiyordu.

Cariye, Tolun'a bir mektup yazdıracağı bahanesiyle Ahmed'i yanında eyledi. Gideceği yere göndermek için Ahmed'in elindeki mektubu aldı. Mektupta bir hediye emri olduğunu sanıyor, bu hediyeyi de kendisiyle fuhuş ortağı olan şahsın kazanmasını istiyordu. Bunun için mektubu onunla ilişkide bulunan hizmetçiye teslim ederek, bahsedilen kumandana gönderdi. Kumandan mektubu okuyunca emir gereği onu getiren hizmetçinin başını kestirip Tolun'a gönderdi.

Bu duruma şaşıran Tolun, olanlardan habersiz Ahmed'i aratıp yanına getirtti. Mektubu ne yaptığını sorunca, Ahmed gördüklerini aynen anlattı. Durumu anlayan cariye de korkuya kapıldı, Tolun'a gidip yaptığını itiraf etti, bağışlanmasını istedi.

Aynı cariye yüzünden idama mahkum olup yine idamdan kurtulan Ahmed b. Tolun ise, babasının yanında ayrı bir değer kazanmıştı



Cennetlik annenin dünya çilesi

Hz. peygamber'in(s.a.v)gözbebeği,seyyidlerin annesi Hz Fâtıma(r.ah),el değirmenlerinde elleri kabarıpyara olana kadar un öğütürve hamur yoğururdu. Bir gün bu durumu Hz Ali'ye (r.a)açtı.Hz ali(r.a)"o zaman babana söyle gelen esirlerden senin için bi hizmetçi versin"dedi. Hz Fâtıma(r.ah), Hz Resûlullah'a (s.a.v) giderek, "ya Resûlullah, işlerimde yardımcı olacak üzerimden ağırlığı kaldıracakbir yardımcıya ihtiyacım var! deyince Resûllullah(s.a.v)
"Suffe ehli fakir müslümanlarihtiyaç içnde ikensize nasıl bir hizmetçi ayırayım.Sana bir hizmetçiden daha hayırlı birşey söyleyeyim mi? diye sordu, Hz Fâtıma(r.ah)
"evet ya Resûlullah diyince , Peygamber efndimiz(s.a.v)şöyle buyurdu:
"uyumadan önce sübhânellah, elhamdülillah ,allahüekber deyin ve'la ilaheillallahuvahdehu la şerike lehu'zikriyle yüze tamamlayınbu sizin için hizmetçiden daha hayırlıdır.
Peygamber efendimiz(s.a.v)kızına iki hizmet şekli belirlemişti:birincisi yüce rabbine karşı görevleri, diğeri kocasının ev işleri. Böylece Allah resûlu sevgili kızını bir yandan ibadet, diğer yandan hizmetle olgunlaşmasını sevap almasını ve gelecek nesillere örnek olmasını istiyordu.
İnsanı cennete ***üren güzel ahlakın bir tarifi şudur:Allahın emirlerini ihlâsla yerine getirmek;O'nun yarattıklarına sevgi ile hizmet etmektir.
Bu hizmete en yakından başlanır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
royal07
SİTE YÖNETİCİSİ
SİTE YÖNETİCİSİ
royal07


Mesaj Sayısı : 149
Kayıt tarihi : 07/03/08

Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman Empty
MesajKonu: Geri: Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman   Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman Icon_minitime27th Nisan 2008, 13:56

EYWALLAH ABİ ÇOK SAOL GERÇEKTEN OKUNMASI GEREKEN BİR MAKALE
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://royal07.yetkin-forum.com
 
Zaman Hoyrat bi Rüzgar Geriye kalan ancak İman
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
.•¨`*:•. RoyaL07 .•¨`*:•. :: GENEL KÜLTÜR :: İSLAMİ SOHBET-
Buraya geçin: