Zülkarneyn Aleyhisselam bir sefer esnasında gece yolculuk yaparken ordusuna:
-Ayağınıza takılan şeyleri toplayın diye emir verir.
Ordu bu emri duyunca, İçlerinden bir grup:
-Çok yürüdük, çok da yorgunuz .Gecenin bu vaktinde bir de ayağımıza takılan şeyleri toplayarak bir de kendimize ağırlık yapamayız, diyerek hiç bir şey toplamamışlar.
İkinci grup ise:
-Madem komutanımız emretti, az da olsa bir şeyler toplayalım, emre muhalefet etmeyelim, diyerek az bir şey toplamışlar.
Üçüncü grup daha itaatkar bir tavırla :Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez.Yapılmasını istiyorsa mutlaka bir hikmeti vardır." diyerek heybelerini ağzına kadar doldurmuşlar.
Ertesi sabah uyandıklarında şaşkınlıktan gözleri faltaşı gibi açılmış.Zira komutanlarının toplamalarını istediği şeyler altın , Zümrüt ve mücevher benzeri şeylermiş.
Bu örnek bize ahirette karşılaşacağımız manzarayı hatırlatıyor.Bir kısım insanlar, bütün uyarılara rağmen buradan heybelerine hiç bir şey almadan gidecek, bazısı az bir şeyle yetinecek, çok az bir kısmı da emre itaatin verdiği rahatlıkla huzura çıkacak.
Evet Allah emrediyorsa bir hikmeti vardır.
Dinimizde, nasîhatin önemi büyüktür. Hadîs-i şerîfte (Din nasîhattir.) buyurulmuştur.
Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde buyuruyor ki:
(Ölümün geleceğini bildiği hâlde sevinen,
hesâba çekileceğini bildiği hâlde mal biriktirme hırsı ile yanıp tutuşan,
yalnız başına mezara gireceğini bildiği hâlde gülüp oynıyan,
dünyanın yok olacağını bildiği hâlde dünyaya sımsıkı sarılan,
âhıreti bildiği hâlde, dünya ile huzûr bulmaya çalışan kimselere şaşılır.)
(Dili ilim saçıp gönlü ilimden uzak olan,
dışını yıkadığı hâlde gönlünü temizlemiyen,
başkalarının kusûrlarını araştırıp kendi kusûrlarını görmiyen,
âhırette hesâba çekileceğini bildiği hâlde gülüp eğlenenlere şaşılır.)
(İlim, amel ve ihlâsında her gün biraz daha ileri gitmiyen zarardadır. Böyle kimsenin ölmesi yaşamasından hayırlıdır. Bildiği ile amel edene bilmediğini öğretirim.)
(Ey insanoğlu, sizi namaz ile denedim, tembelsiniz.
Dert ile denedim şikâyetçi olarak gördüm.
Eğer keremim erişmezse rahmete kavuşamazsınız. Kanâat edin rahmet bulun!
Hasedi terk edin, huzûra kavuşun! Gıybeti terk edin Allah sevgisi gâlip olsun!)
(Ey insanoğlu, sanki ebedî kalacakmış gibi dünyalık yığmaya çalışıyorsun.
Her gün ömrün eksiliyor, farkında değilsin.
Aza kanâat edip hamdetmiyorsun. Çok istiyorsun,
ne kadar çok versem yine doymuyorsun.
Benden sana her gün yeni rızıklar gelirken, senden bana çirkin ameller geliyor.
Ne tuhaftır ki, verdiğim rızkı yerken bana isyân ediyorsun.)
(Tevbeyi unutup uzun amellere kapılmayın! Başkasını hayra teşvik edip
kendinizi unutmayın! Herkesten vefâ beklerken vefâsız olmayın!)
(Gerçek mü’min, Allaha ve Resûlüne inandıktan sonra, kötülük edene iyilik eden, gelmiyene giden, kendisine hakaret edene, ikrâm ve hürmet eden kimsedir.)
(Bana verdiğiniz sözde durun ki, ben de va’dimi yerine getireyim.
Cennete ancak sâlih amellerle gidilir. Cennet sabredenlerin yeridir.
Âlimlerin sohbetine gitmekle rahmetimi isteyin! Çünkü benin rahmetim, bir ân âlimlerden ayrılmaz.
Yoksullara merhamet etmekle benim rızâmı isteyin! Yoksula karşı büyüklenenler, kıyâmet günü karıncalar gibi ayak altlarında kalır.
Yoksula iyilikte bulunanı dünya ve âhırette yükseltirim.
Bir yoksulun bir kusûrunu açığa vuranın yetmiş kusûrunu açıklarım. Yoksulu hor gören, onun kalbini kıran, benimle savaşmış gibidir.)
(Nice zenginler vardır ki, servetleri onları azdırır.
Nice sıhhatli insanlar vardır ki, onları sağlıkları azıtır.
Nice âlimler vardır ki, onları ilimleri azdırır,
nice câhiller vardır ki, cehâletleri onları ifsâd eder.
Beli bükülmüş ihtiyârlar, benden korkan gençler ve memedeki yavrular olmasa, bir damla yağmur yağdırmaz, yerden bir çekirdek bitirmez, onlara devamlı azâb ederdim.)
(Bana olan ihtiyâcınız kadar bana itâ’at edin!
Cehenneme dayanabileceğiniz kadar günah işleyin! Îmânınızı düzeltin! Dîninizi düzeltirseniz ölümünüz de güzel olur.)
(Ey insanoğlu, sabret, alçak gönüllü ol ki, seni yükselteyim.
Af dile ki, seni affedeyim! Benden iste, sana vereyim.
Sadaka ver, malını bereketlendireyim.
Yakınların ile ilgilen, ömrünü bereketlendireyim.
Benden sıhhat ve âfiyet iste ki seni sıhhatli kılayım.)
(Ölüm, bütün gizli işlerinizi açığa çıkarır, kıyâmet onları ortaya kor.
İşlediğiniz günahın küçüklüğüne değil, onu kime karşı işlediğinize bakın!
Rızkınızın azlığına veya çokluğuna değil, onu veren Rabbinize bakın!
Benim mekr-i gazabımdan emin olmayın!
Hangi işiniz için kızacağımı bilemezsiniz.
Ben sizin görünüşlerinize, servetlerinize değil, kalbinizdeki niyyetlerinize ve buna uygun olan amellerinize bakarım.)
huzurpınarı
HİÇ ÇÜRÜMEMİŞTİ
Ankara-Eskişehir demiryolunun kenarında bulunan türbesi, 1948’de yolun genişletilmesi için kaldırılmak istendi. Fakat bir türlü bu işte muvaffak olunamadı. Hattâ bir defâsında, döşenen rayların sökülüp, sekiz metre geriye atıldığı görüldü. Bunun üzerine Yûnus Emre için bir türbe yapılıp, kabrinin oraya nakline karar verildi. Yûnus Emre’nin yeni kabri, eskisinden 100 m kadar ileride bir tepecikte yapıldı. Yeni kabrine taşıyacak beş kişilik heyet, kimseye haber vermeden ve hiçbir merâsim yapmadan çalışacaktı. Karar verildiği üzere hareket edildi. Yalnız ertesi gün, Yûnus Emre’nin çevresine dâvetsiz, ilânsız otuz binden fazla insan kalabalığı toplandı.
Yûnus Emre’nin kabri îtinâ ile açıldı. Bedeni, 700 seneden beri hiç bozulmamış bir hâlde, bir eli yüzünde, bir eli kalbinin üstünde, rahat bir şekilde uzanmış yatıyor görüldü. Mübârek bedeni oradan alındı, tabuta kondu ve kalabalığın elleri üzerinde, 100 metrelik mesâfe tam üç saatte katedildi. Yeni mezarına defnedildi. Yûnus Emre’nin vasıyeti şu idi:
“Beni hocamın türbesinde, giriş yolu üzerine gömsünler!” Bundan murâdı, şeyhini ziyârete gelenlerin, kendisini çiğneyip de geçmeleriydi. Bu, hocasına ne ölçüde bağlı olduğunu göstermektedir.